Şeker ve tatlıya en fazla İsveçliler'in zaafı var!
İsveçliler soğuk havaya ve kısa günlere rağmen eğlenmenin formülünü bulmuş; sıcak saunalarda ısınıp, ardından buz gibi göllerde yüzerek kışa meydan okuyorlar. Yazın güneye inmek yerine daha da kuzeye çıkıp, Baltık Denizi’ndeki yazlıklarına göç ediyorlar. Tatlı ve şekerleme yemeğe bayılıyorlar; bunu yaparken de işin aceleye getirilmesini istemiyorlar. İsveçliler hem ellerindekilerin değerini hem de onlarla keyif alabilmeyi çok iyi biliyor. İşte kış aylarında yaptığım eğlenceli İsveç yolculuğum..
Stockholm’deki ilk günümüzü biz de İsveçliler gibi telaş yapmadan, gün ışığının tadına vararak çıkartmak istedik.
Kahve ve böğürtlenli çöreklerimizi alarak şehirdeki “Humlegården” parkına gittik; ahşap banklardan birinde oturup, sadece sohbet ettik ve etrafı seyrettik. İsveçliler bu ritüele “kahve içerek zamanı yavaşlatmak” anlamına gelen “Fika” molası diyorlarmış; anlamını kaybetmemesi için de başka dillere çevrilmesini istemiyorlarmış.
Stockholm limanı: Tekne turu
Ertesi gün şehri denizden seyretmek için üç saatlik bir tekne turuna çıktık. İsveç’in Baltık Deniz’inde 30,000’e yakın irili ufaklı adası varmış. Bunların çoğu sık ormanlarla çevrili; içlerinde kırmızı renge boyanmış deniz fenerleri ve tek katlı ahşap evler var. Suyun kenarındaki evler özel iskelelerine yelkenlilerini ve teknelerini demirlemişti. Bu adalar İsveçlilerin yazlığıymış; yazın buralar hep yüzen, piknik yapan, bisiklete binen yerli halkla dolduğu için, Stockholm’ün şehir merkezi iyice boşalırmış.
Dışarısı soğuk olmasına rağmen manzara o kadar güzeldi ki, bize verdikleri kalın battaniyeye sarılarak on dakikalığına güverteye çıktım; dışarıdaki bu muazzam manzarayı bir de Baltık Denizi’nin temiz havasını içime çekerek seyretmek unutamayacağım bir deneyimdi.
13. yy Gamla Stan mahallesi
Ortaçağ ruhunu yerinde yaşamak için Stockholm’ün tarihte ilk kurulduğu yere, geçmişi 13. yy’e dayanan “Gamla Stan” mahallesine gittik. İsveç 2. Dünya Savaşı’nda tarafsızlığını koruduğu için binaları bombalanmamış; eski yapılar hala ayakta duruyor.Zamanında insanların buralarda nasıl yaşadığını hayalimizde canlandırabilmek için ara sokaklarda kaybolmayı seçtik.
Labirent gibi dar, küçük paket taşlı sokaklar pembe, sarı, yeşil renkli evlerle dolu. İçeride o kadar dar bir sokağı var ki arasından geçerken, hele biraz da cüsseliyseniz kendinizi adeta oraya sıkışacakmışsınız gibi hissediyorsunuz. “Mårten Trotzigs” isimli bu sokağın en dar noktası sadece 90 cm genişliğinde; adını 17. yy’de burada yaşamış zengin bir Alman demir tüccarından almış.
Büyük kilise “Storkyrkan”
Bu kilisenin içi 15. yy’e ait Gotik bir görünümde, dışı ise 18. yy’e ait Barok işçilikle inşa edilmiş; her detayı çok etkileyici.İçerideki 3,5 metre yüksekliğindeki dev ahşap “Aziz George ve Ejderha” heykelinin detaylı işlemelerine bakınca, bunun 15. yy’den bugüne bu kadar sağlam gelebilmesine hayran kaldım. Meşe ağacından yapılmış heykeldeki şövalyenin zırhı altın kaplama; ejderhanın dişleri ve ağzından çıkan alev ise kuzey ülkelerinde yaşayan mus geyiğinin boynuzlarından yapılmış.
Vasa Müzesi’ndeki Viking Gemisi
17. yy’de İsveç kralı tüm dünyaya gücünü ve zenginliğini göstermek için devasa bir savaş gemisi yaptırmış. “Vasa” isimli bu gemi, inşası sırasında kralın istekleri ile o kadar büyük ve ağır olmuş ki, ilk defa suya indirildiğinde bir mil dahi açılamadan dakikalar içinde Baltık Denizi’nin sularına gömülmüş. 1961 yılında İsveçliler bu gemiyi tek parça halinde suyun üstüne çıkartmış.Vasa Müzesi bugün %95’i orijinal bu Viking gemisinin etrafına inşa edilmiş. Rehberimiz içindekilerle beraber geminin tamamında 700’den fazla heykel olduğunu söyledi. Bunlar sadece dekoratif amaçlı yapılmamış. Heykellerle düşmanlarına meydan okumak, mitolojideki çeşitli tanrıları memnun etmek ve onlardan güç almak istemişler.
Gemide imparatorlar, Yunan ve Roma tanrıları, deniz kızları, ulusal kahramanlar, melekler ve şeytanların heykelleri var; batmasına da en çok bu ağır heykeller ve çok sayıdaki toplar sebep olmuş.
İsveç saunası
Stockholm’ün biraz dışında Källtorp gölü kıyısındaki ‘Hellasgården’e gittik. Bu saunanın aynı zamanda bir de göle bakan ahşap verandası var. Burada oturup doğayı seyrettiğimizde, zaman bizim için sanki durdu; o kadar temiz ve huzurlu bir manzarası var.Saunaya ilk girişte 10-15 dakikayı geçirmeden çıkıp, soğuk duşun altına girmek tavsiye edilir. Ben her zamanki gibi bunu yaptım, sonra 15-20 dakikalık seanslarla istediğiniz kadar girebilirsiniz. İçerideki kum saatine dikkat etmeyi ve ara sıra ateşin üzerine okaliptüs esansı döküp ortamı ferahlatmayı unutmayın.
Ve işte işin en eğlenceli ve tüm tatil boyunca dört gözle beklediğim yanı; saunadan çıktıktan sonra gölün üzerindeki ahşap iskeleden buz gibi soğuk göle girip, yüzdük. İsveçliler için sauna eğlence demek; burada gülüp eğlenmeyi ihmal etmeyin! Yeri gelmişken, tarih kitaplarından birinde şunu okumuştum: Orta Çağlarda İsveç’teki saunalarda hırsızlık yapmanın cezası direkt ölümmüş. Saunada bir insanın çıplak olması onun bu dünyadaki “en savunmasız halini” temsil ettiği için bu ceza çok adil görülürmüş.
Gränna Polkagrisar: 159 yaşındaki şekerlemeler
İsveçliler meğer dünyada en fazla şeker seven milletmiş. Gränna kasabasında o kadar çok şekerci dükkanı var ki, insanı ister istemez savunmasız bırakıyor.Beyaz ve kırmızı şeritli, yılbaşı ağaçlarına asılan “baston şeklindeki” şekerleri bilirsiniz, işte onlar tarihte ilk buradan çıkmış.Bu şekerler birçok buluşta olduğu gibi yine imkansızlıklardan doğmuş. 1859 yılında Amalia isimli bir kadın hastalanan kızına fakirlikten ilaç alamayınca, şifa olması için içine sirke koyarak bu şekerleri hazırlamış. Kızını iyileştirdiğini görünce de bunları pazarlayarak zaman içinde çok zengin olmuş.
Dükkandaki çocuk, elimde baston şeklinde tuttuğum bu şekeri alıp “J” harfi şeklinde ters çevirdi; asıl hali böyle dedi. Meğer bizim baston şeker, orijinalinde İsa’nın İngilizcedeki Jesus isminin ilk harfi J’yi temsil ediyormuş.
Småland’ın derin ormanları
İsveç’in derin ve karanlık ormanlarıyla meşhur Småland bölgesinde ahşap bir bungalov kiralayıp biraz kamp hayatı yaşamak istedik. Mevsim daha uygun olsaydı burada böğürtlen gibi çalı meyvelerini ya da tanıyorsanız yenilebilen mantarları toplayabiliyormuşsunuz ama biz bunları bulamadık. Uzun yürüyüşler yapıp, bol bol kamp yerinin saunasını kullandık; güneş ışığının her saat ormanı başka bir açıdan aydınlatarak yarattığı müthiş manzaralar insanın ruhunu dinlendiriyor. Uzaktan iki tane mus geyiği bile gördük. Ben fotoğraf çekmek için adım atar atmaz yürümeye başladılar, bir daha yakalamak mümkün olmadı.
Orrefors Cam Fabrikası
Småland’ın bu derin ormanlarının içinde İsveç’in en temiz kristallerini ve camlarını üreten Orrefors’u ziyaret ettik. Ben de burada cam üflemeyi denedim; ilk denemelerimde camlar havada patladı ama sonra kendime hoş bir vazo yaptım; bugün içine tek bir çiçek koyduğum bu vazo çalışma masamın üzerinde duruyor.
İçerik: Mana YILDIZ / Hürriyet Seyahat Gezgini
Fotoğraflar: Alamy